sıhhiye – hitit heykeli hakkında

12 02 2007

selahattinp_selo_hitit_gunesi.jpg

Milliyet’in blog sayfalarında dolaşırken benim gibi bir blogcu olan sayın Aydın Tiryaki‘nin Hitit heykeli hakkında ki yazısını buraya eklemeyi çok uygun buldum. Hikayeyi okuyunca sizde üzüleceksiniz eminim.

Ankara – 26.11.2006 – 16:16

Yetmişlerin ikinci yarısında Ankara Sıhhiye Meydanına Hitit Güneşi anıtı yapılıyordu. 1973-1977 yılları arasında Ankara Belediye Başkanı olan Vedat Dalokay zamanında Ankara’nın amblemi olarak Hitit Güneşi seçildiği için bu anıtın yapılmasına karar verilmişti. 1977’deki seçimlerde yeni belediye başkanı Ali Dinçer seçilmişti. Ben de 1976 sonunda Ankara’ya öğrenci olarak gelmiştim. Bu anıtla ilgili haberler o günlerde sürekli gündemdeydi. O sıralarda Demirel başbakanlığında MC iktidarı vardı. Hükümetten Hitit Güneşi’nin Sıhhiye’de anıt olmasına karşı sesler yükseliyordu: İktidarın Erbakan kanadı İslam öncesi uygarlığa ait olduğu için, milliyetçi kanadı da Türkler öncesi Anadolu uygarlığına ait olduğu için bu anıta onay vermiyorlardı. O sırada CHP’li olan belediye yönetimi anıt için gerekli çalışmaları yapıyordu. Ankara Valiliği ise burada çalışma yapanları engellemeye çalışıyordu. Anıt tam meydanda olduğu ve yaya geçidi bulunmadığı için çevre düzenlemesi için karşıya geçen belediye çalışanlarına trafik polislerinin valilik emriyle ceza kestiği, başka günlerde de oradaki çimlere bastıkları için belediye zabıtalarının polislere para cezası kestiği haberlerini gazetelerde okuduğumuzda gülüyorduk. Belediye sürekli engellemelerden yakınıyor, valilik ise bunları yalanlıyordu. Bu koşullar altında anıt tamamlandı ve 1978 yılında açıldı.

Olayın siyasi boyutu o kadar ön plandaydı ki, o yıllarda heykeltraşın kim olduğu konusunda aklımda kalacak bir haber okumadığımı daha sonra iç burkan bir haberi okuduğumda farketmiştim.

Hitit Güneşi anıtının açıldığı yıl okuduğum bir haber çok etkilemişti. Gazetedeki haberde İzmit’te bir otomobilde (bir vosvos olduğunu yazıyordu) ölmüş ve üzerinde kimlik bulunamayan bir kişinin İzmit’te kimsesizler mezarlığına gömüldüğü yazılıydı. Daha sonra yakınlarının araması sonucu bu kişinin Sıhhiye’de Hitit Güneşi’ni yapan heykeltraş olduğunun belirlendiği, açılış törenine giderken yolda öldüğü anlatılıyordu. (1) Kendi yapıtının açılışına giderken yolda ölmek ne kadar acı bir olaydı. O gün açılış töreninde onu bekleyenler heykeltraş gelmediği için neler düşünmüştür, o da olayın başka bir yönü.

2003 yılında Sıhhıye’de Hitit Güneşi’nin fotoğraflarını çekmiştim. Bu fotoğraflar üzerine bir yazı yazmayı planladığımda adını bilmediğim heykeltraşı öğrenerek işe başladım. Bilgiye ulaşmaya çalışırken Internet’in dağınık bilgilerine karşı iyi ansiklopedilerin hala daha iyi bir seçenek olduğunu gördüm:

NUSRET SUMAN (21 Mart 1905 Selanik – 15 Ağustos 1978 İzmit)
Ayrıntıdan arınmış yalın yapıtlarıyla tanınmış heykelci. 1922’de girdiği Sanayi-i Nefise Mektebinin Heykel bölümünü 1929’da tamamladı. Devlet bursuyla Almanya’ya gitti. İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisinde öğretim üyeliği yaptı. Orhan Veli büstünü ve çeşitli şehirlerde Atatürk heykelleri yaptı. Son yapıtı Ankara’daki Hitit Güneşi anıtıdır. (2)

Yeni belediye yönetimi Ankara için Hitit Güneşi verine Atakule ve cami kubbesinden oluşan bol yıldızlı bir amblem seçti ve her yerdeki Hitit Güneşlerini silip bunları yapıştırdı. Sıhhiye’deki Hitit Güneşi ise bütün ihtişamıyla yerinde duruyor.

(1)Gazete arşivlerine rahat ulaşabilen arkadaşlar belki o haberleri bulup blogda yayınlarlarsa unutulmuş bir olayı belgeleriyle anımsatabiliriz. Benim otuz yıl sonra yazdıklarım yalnızca aklımda kalanlar, belki de zaman içinde küçük değişimlere uğramış bile olabilirler.

(2)Anabritannica 1. basım, Cilt 20, Sayfa 130. Ansiklopedide sanatçının öldüğü yerin İzmit olarak verilmesi, aklımda kalan gazete haberindeki kişinin Nusret Suman olması olasılığını artırdı.


İşlemler

Information

Bir cevap

17 02 2007
Umut Kantarcı

Ulusal MAG Dergisi, Kent!ce köşesi yazarı Erol ÇINAR’ın Ankara Hitit Amblemi ile yazısını buraya eklemeyi uygun buldum. Yazarın web sayfasında Ankara ile ilgili bir çok ilginç yazısı mevcut. Tavsiye ederim. http://www.erolcinar.com

Hitit Gerillaları

Son günlerde Ankara’da tam bir gerilla çalışması yaşanmakta. Mutlaka görmüşsünüzdür. Bir grup kentli, hazırladıkları Hitit Güneşi amblemlerini duraklara, banklara, sokak tabelalarına, duvarlara, özellikle de Belediye’nin benimsediği ve kullandığı amblemin üzerine yapıştırıyorlar. Kentlilik bilincinin yarattığı ret haklarını kullanarak “var olan amblem bizi yansıtmıyor” fikri çatısında tepkilerini ortaya koyuyorlar. Eylemi kimin düşündüğü, ne zaman başlattığı bilinmiyor ama Hitit Güneşini içeren amblemli fotoğraflar e-posta yoluyla çoktan elden ele dolaşmaya başladı bile. Hatta bu tepkiler bazı kanalların ana haber bültenlerinde yayınlandı. Kısacası internette buluşan grubun eylemi günden güne büyüyerek devam etmekte. Kentli kimliğine sahip olanlar, kenti sorgulayıp onu anlamlandırmak isteyenler yeni bir karşı çıkışı sessiz sedasız başlattılar. Bir anlamda bir zamanlar belediyenin yaptığı emrivakiye, emrivakiyle karşılık veriyorlar.

Unutanlar için kısa bir hatırlatma yaparak yola koyulalım. Bundan tam 12 yıl önce, Büyükşehir Belediyesi Ankara’nın Hitit Güneşi olan amblemini, cami ve Atakule karışımı bir amblemle değiştirilmişti. Bu ani değişikliğe karşı çıkanlar olduysa da resmi ve hukuki yollardan pek bir sonuç alınamamıştı. İşte o günden bu güne başkentte amblem krizi yaşanmaktadır.

Herhalde amblemlerin birinci ve temel işlevi, kente ait farkı vurgulayarak, göstergelerine bir başka kentin sahip olmasına engel olmaktır. İkinci görevi ise kent insanlarına aidiyetlerini işaret etmektir. Bu nedenle amblem bir benzeşme değil, farklılık unsuru olarak görülmelidir. Bugün yeryüzünde var olan hemen hemen bütün kentlerin birer yerel amblemi vardır. Kentin şifrelerini çözmeye çalışmak, mikro düzeyde kente dair ipuçları elde etmek, makro düzeyde o kentin içinde yer aldığı kültürü anlamak yerine, bazen siyasi mesajların varlığı öne geçer. Yerel yönetimler siyasi düşünceleri doğrultusunda içerik bakımından zaman zaman eksik mesajlar verirler. En büyük tehlike de o zaman başlar. Bizim de bir amblemimiz olsun diye alelacele, siyasi mesajlı bir amblem edinme sonucunda ortaya hiç de temsili yeteneği olmayan, zevksizlik ve bilgisizlik örneği bir amblem ortaya çıkar. Pek çok simgeyi birleştirerek tek etrafında toplamaya çabalayanlar kenti temsil etme uğruna tuhaf simgeler ile karşımıza çıkarlar. Kentlerin markalaşma hamlesi hem bölük pörçük hem de bulanık bir imajla yürütülür. Amblem ansızın kentsel ve toplumsal bir uzlaşmanın ürünü olmaktan çıkıp bireyler arası yozlaşmanın kavga arenasına dönüşür. Ankara’da şimdi olduğu gibi.

Başka kentlerle karşılaştırıldığında Başkent Ankara’da oturanlar şanslı mı bilmiyorum. Ama, onlar bugün iki farklı ambleme sahipler. Tarihi, tarihin geçmiş nesillerinden miras kalan, kültürel değerleri, diğer anlamıyla yitirilen pek çok değeri ifade eden Hitit öğelerini içeren amblem ve Arap filmlerinin başlangıcında gösterilen logo gibi, içinde modern Ankara kimliğinin yerine dini ve dince kutsal sayılan öğeleri ön plana çıkaran ikinci amblem. Kendi adıma söyleyeyim. İkinci amblemi sanatsal, duygusal, tarihsel ve folklorik açıdan yeterli bulmuyorum. Bu figürle kent anonimleşip sıradanlaşıyor. Ayrıca bu amblemi tüm ideolojik ve politik bağlamın dışında da başarısız ve çirkin buluyorum. Öncelikle grafik sanatı kriterleri açısından değerlendirirsek, ne soyutlama becerisi ne denge ve oran ne de temsil yeteneği bakımından kriterlere uymadığını bile iddia edebilirim. Hitit figürlü amblemi ise Ankara’nın uzak geçmişini, farklı kimliğini vurguladığı için seviyorum.

Amblemler savaşının değerlendirilmesi gereken bir başka noktası da estetik değerler açısından üç bin yıllık Hitit uygarlığı mirasını yaşatmak isteyenlerin oluşturduğu sivil toplum hareketinin varlığıdır. Bu hareket küçük ve naif bir organizasyon gibi görünse de bu tip eylemler aslında çok güzel sonuçlar doğurabiliyor. Bireysel olarak uygarlık için atılacak her adım, “kentlilik bilinci” adına bir gelişme olarak katkı koyar. Kendini kentli hissedip, onu yaşanır kılmaya çalışanlar, kentlere sahip çıkarak farkındalığı yaşamayı ve gelecek kuşaklara uygar bir kent bırakabilmek için geçmişle hesaplaşmayı göze alırlar. Neden-sonuç ilişkileri ışığında akılcılık çerçevesinde kente özgü yapılan değerlendirmeler onların kentsel bakış açısını oluşturur. Kentli bilinç böyle bir bakışın sonucudur.

Ankara’ya yeni bir kimlik kazandırmak için yaşayanların sorunlarına çözüm arayan, ortak bir kentli bilinci oluşturma çabaları takdir edilecek bir durumdur. Onlar yaşadığı kentin belirli bölgeleri ile uzun soluklu ilişkiler kurup kentin imgesini, anılar ve anlamlarla harmanlayarak, kendine ait kent haritasını inşa ederler. Kent sadece fiziksel bir alan, bir coğrafi parça olarak değil, anlamlarla dolu sembolik bir mekân olup çıkar. Oysa bir kentin ayrıcalıklı varlıkları sadece mekânları değil, aynı zamanda bir mekân fikri olan bu insanlarının mevcudiyetidir. Kente değer kazandıran yegâne varlık onlardır. Kente eleştirel gözle bakmaktan kaçınmayalım. Sonsuz sayıda gerçekleştirilen her bakış açısı, farkında olmadan çevremizi saran birçok yanlışında panzehiri olacaktır. Kenti algılayamayanlar kendilerini sürgündeymiş gibi hissetmelidirler. Çünkü onlar sadece kentten değil kişiliğinden de sürülmüşlerdir. Yazımızı Perikles’in MÖ 430’da yazdığı pasajla bitirelim.

“İçimizde evimiz ve kentimize duyduğumuz özeni birbirinden ayrılmaz duygular olarak taşırız. Kişiler ayrı çabalar içinde de olsalar, kent sorunları karşısında kimse umarsızlık edemez. Bizde kent sorunlarına aldırmayan kişiye sessiz bir yurttaş değil, kötü bir yurttaş denir. Kentimizi ilgilendiren konulara bizler karar verir ya da bu konuda en doğruyu bizler düşünürüz. Çünkü eylemden önce girişilecek sözlü tartışmalar zararlı sonuç vermez, ama bu tür görüşmeler yapılmadan girişilen işler, olumsuz sonuçlar doğurabilir.”

Yorum bırakın